Bu ülkede yaşıyorsanız insanların iki konuda her zaman söyleyecek bir şeyleri olduğunu biliyorsunuzdur. Bunlardan ilki futbol, diğeri ekonomi. İlkinde bizi konuşturan şeyler kimlik, aidiyet, keyif, zevk ve heyecanken, ikincisinde cebimizdir.
İlki hakkında rahatça konuÅŸurken, ikincisi hakkında iktisat/ekonomi mezunu olmama raÄŸmen hep bir çekindim nedense. “Açılın ben bunun okulunu okudum” diyebilirdim oysa ama kariyerine finans alanında devam etmiÅŸ biri olmam buna engel oldu sanırım.
Buna raÄŸmen ekonomi hep ilgi alanımda olmaya devam etti, sonuçta yaptığım iÅŸler bunu zorunlu kılıyordu. Ekonomiye dair raporları okurken aklımın ucunda “bu konuyu nasıl yazar, nasıl anlatırdım?” sorusu dönüp dururdu. Einstein’ın “konuyu 6 yaşında bir çocuÄŸa anlatana kadar, o konuyu öğrenmiÅŸ sayılmazsınız” demiÅŸ olmasından hareketle rakamlara boÄŸulmuÅŸ sadece meraklısına deÄŸil, aslında hepimizi ilgilendiren ÅŸeyleri anlatma isteÄŸi vardı içimde.
Geçen zamana bakınca cebimizi ilgilendiren bir konuda, herkesin anlayabileceÄŸi, ilgisini çekebilecek ÅŸekilde anlatmak için “olgunlaÅŸmam”, 45 yaşıma gelmem gerekiyormuÅŸ. Bu da demek oluyor ki iktisattan mezun olduktan yaklaşık 20 yıl sonra kendimi iktisatçı/ekonomist olarak görmeye baÅŸlamışım.
“Ekonomi böyle de anlatılır” diyerek çıktığım bu yolda beni teÅŸvik eden iki yakın dostum Ünsal ve Zafer’e; yazdıklarımı ilk okuyan, ilk eleÅŸtiren, hayatı birlikte omuzladığım yoldaşım, karım Burcu’ya; hep omuzumda ellerini hissettiÄŸim aileme; yetiÅŸmemde emekleri olan öğretmenlerime, hocalarıma ve hayatımın anlamı olan kızlarım Naz ve Eda’ya sonsuz teÅŸekkürlerimle.